İki Çocuğun Doğumuna Tanıklık Yaptım: MDK ve MÜDEK
Yıldırım Üçtuğ
Editörler: Mustafa Tokyay, Fevzi Gümrah ve Çağdaş Şimşek, Öncü ve Önder: ODTÜ'nün Kuruluşunun
50. Yılında Mühendislik Fakültesi,
2006, sayfa 31-37. (pdf)
Fikrin birkaç ilham kaynağı vardı sanırım. Bir tanesi Sayın Canan Özgen'in başlattığı Kimya
Mühendisliği Bölüm Başkanları toplantıları; diğeri de o dönemde Çukurova Mühendislik Fakültesi
Dekanlığı yapmakta olan Sayın Hamit Serbest'in bir toplantıda karşılaştığımızda "Keşke mühendislik
dekanlarını bir araya getirsek. Bunu da yapsa yapsa ODTÜ yapar. Neden önayak olmuyorsunuz?"
gibilerinden sarf ettiği sözler. Sayın Serbest'le yaptığımız bu konuşmanın tarihi tam olarak
hatırlamasam da ilk dekanlık dönemimin son ayları. Sonbaharda dekanlık görevine yeniden atanmam...
Fikrin yavaş yavaş eylem aşamasına dönüşmesi... Şubat 2001 ayında ODTÜ Kültür Kongre Merkezi'nde
yapılacak bir toplantı için içlerinde mühendislik bölümleri barındıran fakültelerin dekanlarına
gönderdiğim çağrı... Tarihini tam hatırlayamadığım soğuk bir Şubat gününde yaklaşık 35-40 dekanın
katılımıyla gerçekleşen ilk toplantı....
Dekan yardımcılarım ve Sayın Serbest'le yaptığımız görüşmeler sonucu bu oluşumu başlatmadaki ana
düşüncelerimiz dekanların birbirlerini tanımaları, ortak sorunlar hakkında fikir sahibi olmaları,
değişik üniversitelerdeki farklı uygulamalardan herkesin haberdar olabilmesi ve belki de en önemlisi,
eğer başarabilirsek, ülke çapında bir akreditasyon sisteminin hayata geçirilmesiydi. İlk konuların
bir sorun oluşturmayacağını, herkesin bu tür bir yakınlaşmadan mutlu olacağını tahmin etmek güç değildi.
Ama iş akreditasyona geldiğinde o konuda gerçekten çok kuşkuluyduk. O güne dek ODTÜ, Bilkent ve Boğaziçi
Üniversiteleri ABET akreditasyonundan geçmişlerdi, İTÜ hazırlanıyordu ve diğer üniversitelere bu öneriyi
yapmak "ABET bizi, biz de sizi denetleyelim" havasını verebilirdi. Büyük kent üniversitelerinin onlara
bir tür akıl hocalığı yapmaya soyunmaları anında bir tepkiyle karşılaşabilir ve girişim ilk gününden
bir hüsrana dönüşebilirdi. Bu kaygılarla ilk toplantının gündemini oluşturduk. Her şeyden önce
mühendislik fakülteleri dekanlarının yapacakları toplantıya bir isim vermek gerekiyordu. Yasal bir
düzenlemeye sahip olmadığı için Türkçe'de bu tür durumları en iyi yansıtan sözcük olarak Konsey
kelimesinin bu oluşumu en iyi şekilde tanımlayabileceğini düşündük ve toplantı öncesi Mühendislik
Dekanları Konseyi'nin çalışma yönerge taslağını hazırladık. Konuyu nasıl gündeme getireceğimizi tam
bilmesek de aklımızın bir köşesinde akreditasyon olgusu yer aldığından toplantılarda Türkiye Mimar
Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ile Yükseköğretim Kurulu (YÖK)'nun de birer temsilcinin olması gerektiği
sonucuna vardık ve taslakta Konsey'in oluşumunu bu biçimde tarif ettik. Konseyin yalnızca devlet
üniversiteleriyle sınırlı kalmasını istemediğimizden ülkemizdeki vakıf üniversitelerini ve KKTC'deki
özel üniversiteleri de konseye davet ettik. Gelişigüzel toplantılar şekline dönüşmemesi için yılda iki
defa bir araya gelinmesini önermeyi kararlaştırdık. Konseyin bir yönetime sahip olması gerektiği
düşüncesinden hareketle de bir Yürütme Kurulu ve Kurulun yöneticiliğini yapacak bir kişinin varlığını
öngördük. O aşamada yine karşımıza bir sorun çıktı. Belliydi ki ilk toplantının ev sahibi ve bu oluşumun
girişimcisi olarak ODTÜ Mühendislik Fakültesi Dekanını yani beni Yürütme Kurulunun başında görmek
isteyeceklerdi. Ben de Mühendislik Dekanları Konseyi Başkanı olmak istemiyordum. Bu iş eşitlerin bir
birlikteliği olarak yürümeliydi; öte yandan toplantıların organizasyonu, yürütülmesi için de birinin
varlığı şartı. Fakat bu biri bugün ODTÜ'nün, yarın Boğaziçi'nin mühendislik fakültesi dekanı olarak
diğer dekanların "başkanı" olmamalıydı. Neyse ki bu sorunun çözümünü de bulmak çok zor olmadı. Yine
benzer durumlarda kullanılan bir sözcük imdadımıza yetişti ve "Konsey, iki yıl süresince bir Dekanlar
Konseyi Sekreteri seçer ve Sekreter, Yürütme Kurulu'nun başkanlığını yapar" ibaresi taslak yönergede
yer aldı. MDK'nın amaçlarını ise şu şekilde belirledik: Ülkemizde mühendislik eğitiminin sorunları
hakkında fikir alışverişinde bulunmak, mühendislik eğitiminin etkin ve verimli bir biçimde yürütülmesini
sağlamak için öneriler geliştirmek ve bu önerilerin gerçekleştirilebilmesi yönünde çaba sarf etmek ve
gerekli girişimlerde bulunmak.
O dönemde TMMOB başkanı olan Sayın Kaya Güvenç'le yaptığım görüşme çok olumlu geçti. Sayın Güvenç
böyle bir oluşumun çok yararlı olacağını ifade etti ve TMMOB'nin seve seve bir temsilcisini Konsey'e
gönderme sözünü verdi. Nitekim o gün bu gündür TMMOB gerek konseyde, gerek yürütme kurulunda, gerekse
de akreditasyon çalışmalarında etkin bir biçimde rol aldı. Ancak YÖK'le ilgili beklentilerimiz tam bir
hayal kırıklığına dönüştü. O dönem YÖK Başkanı olan Sayın Kemal Gürüz ilk toplantıya işi nedeniyle
katılamadı; daha sonraki toplantıların çoğu Ankara dışında olduğundan yine YÖK üyelerinin katılımları
mümkün olamadı. İleride söz edeceğim bazı gelişmeler nedeniyle bir dönem YÖK'le aramız bir miktar şekerrenk
oldu ve sonuçta bir YÖK temsilcisinin Mühendislik Dekanları Konseyi'nin sürekli üyesi olmasına ilişkin
temennimiz konsey yönergesinin bir maddesi olmaktan öteye geçemedi.
Nihayet bu düşünceler ve ön hazırlıklarla ilk toplantı günü geldi çattı ve Rektörümüz Sayın Ural
Akbulut'un açılış konuşmasını yaptığı ilk Dekanlar Konseyi, ODTÜ Kültür Kongre Merkezinde çalışmalarına
başladı. Ben yaptığım konuşmada kısaca ne amaçla bu toplantıyı düzenlediğimizi aktardım ve akabinde
önerilerimizi gündeme getirdim. Oluşumun Mühendislik Dekanları Konseyi olarak adlandırılması ve yönerge
maddeleri kısa denilebilecek tartışmalardan sonra olduğu gibi benimsendi. Akabinde ilk seçimlere geçildi;
tahmin edilebileceği gibi ilk sekreterlik görevine ben getirildim ve bu yetmiyormuş gibi Yürütme Kurulunun
beş üyesini seçme görevi de bana verildi. Öğle yemeği arasının imdadıma yetişmesiyle büyük bir falso yapmadan
dengeli olduğunu düşündüğüm bir Yürütme Kurulu önerisi getirdim ve Konseyin ilk yürütme kurulu Boğaziçi
Üniversitesinden Sayın Ali Rıza Kaylan, Bilkent Üniversitesinden Sayın Mehmet Baray, KTÜ'den Sayın Ahmet Kaya,
Celal Bayar Üniversitesinden Sayın Yılmaz Sekin ve Sayın Hamit Serbest'ten oluştu.
Seçim konusu da uygun bir çözüme kavuştuktan sonra sıra korkarak akreditasyon düşüncesini açmaya
geldi. Şu an için tam olarak hangi cümleleri kullandığımı hatırlamıyorum ama sanırım mühendislik
eğitiminin öneminden, bu disiplinle sonuçta profesyoneller yetiştirdiğimiz için üzerimize düşen
sorumluluktan ve buna bağlı olarak bir tür denetime tabi olmamız gerektiğinden, ne yazık ki gerek
YÖK'ün gerekse de mühendis odalarının bu konuya yeterince eğilmediklerinden, bu durumda belki de
kendi kendimize bir otodenetim sistemi geliştirmemizin yararlarından söz ettim. ABET değerlendirmesinin
başlangıç için gerekli olduğundan, ama Türk üniversitelerinin ilelebet ABET bağımlısı kalamayacağından,
bizler dahil tüm üniversitelerin zaman içerisinde ulusal ama belirli normlara sahip bir denetleme mekanizması
oluşturmaları gerektiğinden bahsettim. Akabinde de görüşlerini almak için sözü katılımcılara bıraktım.
İşte o anda hiç beklemediğim bir şey oldu. Özellikle büyük şehir dışı üniversitelerin dekanları konuya
büyük bir hararetle yaklaştılar. Çoğu yeni kurulan ya da gelişimlerini yeni tamamlayan fakülteler
olduklarından ve hemen hemen tamamı içlerinde tıp fakültesi barındıran üniversitelerin birer parçasını
teşkil ettiklerinden özetle tek bir sözcüğün etrafında birleştiler: Akreditasyon onların "kurtuluşu"
olacaktı. Gerek üniversite yönetimlerine karşı, gerekse de fakültelerindeki öğretim kadrosuna karşı
yapılması gerekenleri yaptırmak için kullanabilecekleri bir silah, bir mekanizma. Fazla uzun sürmeyen
bir tartışma ve görüş bildirme sürecinden sonra yerli bir akreditasyon sisteminin oluşturulması için
bir komisyon kurulmasına karar verildi ve bu şekilde de ilk toplantı sona erdi. Komisyonda benle birlikte
Sayın Ali Rıza Kaylan, Sayın Mehmet Baray, Sayın Ahmet Kaya, Sayın Yılmaz Sekin, Sayın Orhan Aksoğan
(Çukurova Üniversitesi Makine Mühendisliği), Sayın Hasancan Okutan (İTÜ Kimya Fakültesi Dekanı ve Sayın
Serbest'in ayrılmasından sonra MDK Yürütme Kurulu üyesi) ve Sayın Bülent Platin yer aldılar.
İlk toplantının anekdot kokan yönü ise İstanbul Teknik Üniversitesi'nden hiç bir dekanın toplantıya
katılmaması oldu. Bu konuya ilişkin görüşümü çay molalarının birinde bir kaç konuk dekanla paylaştım ve
"Sanırım Sayın Sağlamer, ODTÜ’nün önayak olup düzenlediği bir toplantıya dekanlarının katılmasına izin
vermedi," diye o zamanın İTÜ Rektörü Sayın Gülsüm Sağlamer'e şaka yollu bir gönderme yaptım. O günden
yaklaşık bir ay sonra İzmir'de üniversite tanıtım fuarında Sayın Sağlamer özellikle ODTÜ standına, yanıma
geldi ve "Toplantıdan hiç haberim olmadı; keşke öncesinde doğrudan bana haber verseydin. O zaman bütün
dekanları toplar gönderirdim," dedi. Ben de toplantı günü yaptığım şakayı kendisine tekrarladım; iyi bir
şeyler yapmaya çalıştığımızı ve İTÜ'nün de bu işin içinde mutlaka yer alması gerektiğini söyleyip sonraki
konsey toplantılarında İTÜ dekanlarını da aramızda görmek istediğimizi dile getirdim. Nitekim daha sonra
konsey çalışmalarında İTÜ etkin bir biçimde yer aldı ve özellikle akreditasyon sürecinde YÖK'le ve kimi
rektörlerle yaşadığımız sorunlarda en büyük destekçilerimizden biri de Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü
Sayın Üstün Ergüder ile birlikte Sayın Sağlamer oldu.
Dekanlar Konseyinin ikinci toplantısı 2001 yılının Haziran ayında yine ODTÜ'de yapıldı. Aslında o
toplantıda Konsey olarak yalnızca yarım gün bir araya gelebildik, çünkü ODTÜ Mühendislik Fakültesi olarak
iki Amerikalı uzmanla birlikte dönemin İsveçli SEFI Başkanının katıldığı bir çalıştay düzenlemiştik ve
akreditasyon konularının ele alınacağı bu çalıştaya Konsey üyelerinin katılımını da arzulamıştık. Dolayısıyla
yarım günlük toplantıda özellikle akreditasyon komisyonunun çalışmaları konusunda bilgi aktardık ve bir
sonraki toplantının Çukurova Üniversitesinde yapılmasına karar vererek o gün için Konsey çalışmalarına bir
nokta koyduk.
Çukurova toplantısı MDK ve onu izleyen aylarda doğacak olan MÜDEK (Mühendislik Değerlendirme Kurulu)'in
hayatları için bir çok açıdan bir dönüm noktası oluşturdu. Akreditasyon sistemi ile ilgili komisyon
çalışmalarımızı büyük ölçüde sonuçlandırmıştık. Ben bizzat ABET2000 dokümanlarının büyük bölümünü Türkçe'ye
çevirmiş, uyarlamış ve bilahare komisyon üyeleri olarak hep birlikte MAK (Mühendislik Akreditasyon Kurulu)
çalışma esaslarını belirlemiştik. ABET sistemini neredeyse birebir tercüme edip uyguluyor olmamız bir
copyright sorunu oluşturur muydu? Hepimiz bu konuda kuşkuluyduk ama o an için elimizde dayanak olarak
kullanabileceğimiz başka bir sistem yoktu; üstelik ABET2000 modeli her ülkeye, her topluma uyumluluğu
açısından ulusal bir akreditasyon sistemi için biçilmiş kaftandı. Neyse ki bu tereddütümüz bir müddet
sonra ortadan tamamen kalktı. İTÜ'nün düzenlediği bir çalıştaya katılan ABET temsilcilerine konuyu açtım
ve görüşlerini sordum. ABET'in de içinde yer aldığı ve Anglosakson ülkelerinin akreditasyon kurumlarının
birbirlerinin denkliğini tanıdıkları Washington Accord'a girebilmek için istenilen koşulların ABET
kriterlerinin birebir uygulanıyor olması, akreditasyonun resmi bir kanal tarafından yürütülmesi ve ülkenin
yükseköğrenimden sorumlu mercii tarafından bu yapının tanıması olduğunu söylediler. Tabii ki bu açıdan
bakıldığında bizim elimizde henüz sadece bir nal vardı; diğer üç nalla atı nasıl bulacağımız ise şüpheliydi.
Benim kişisel düşüncem ortaya bir şey koymadan fazla iddialı olmamak, acele bir şekilde dernekleşmeye,
vakıflaşmaya, şirketleşmeye gitmeden akreditasyon uygulamalarına geçmek, eğer kendimizi kanıtlayabilirsek
eksik kalan o üç nalla bir atın nasıl olsa arkadan geleceğini ummaktı.
Konunun topluma ve özellikle akademik dünyaya biraz daha fazla mal olabilmesi için de Adana buluşmasına
Milliyet gazetesi eğitim köşesi yazarı Sayın Abbas Güçlü'yü davet ettim. İki günlük toplantının ilk ve en
önemli maddesi MAK'ın kuruluşu ve çalışma ilkelerine ilişkin hususlardı. İlk MAK üyelerini MDK Genel Kurulu
seçecek, ama daha sonra MAK kendi içinde bir sonraki dönem üyelerini seçerek yoluna devam edecek ve
çalışmalarından ötürü hiç bir biçimde MDK'ya karşı bir bağımlılığı olmayacaktı. MDK'nın akreditasyon
sürecindeki görevleri ise değerlendirme yöntemini ve disiplinlere ilişkin değerlendirme kriterlerini
belirlemekle sınırlı kalacaktı. Bu şekilde de dekanların kendi kendilerini denetlemeleri gibi bir durum
söz konusu olmayacaktı. Toplantıda MAK ile ilgili hazırladığımız ilkeler çok az değişlikle kabul gördü
ve bir sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yakın Doğu Üniversitesi'nde yapılacak toplantıda MAK üyelerinin
belirlenmesi ve akreditasyonun hayata geçirilmesi kararlaştırılarak çalışmalara son verildi.
MDK'nın ilk toplantısından daha bir yıl bile geçmeden akreditasyon yolunda atmış olduğumuz adımlar gerçekten
inanılmazdı. Sayın Güçlü bu konuyu ertesi gün Milliyet gazetesindeki köşesinde övgü dolu sözlerle gündeme
getirdi. Adana toplantısının bitiminde kimi dekanlar bana bu gelişmelerden duydukları memnuniyeti dile
getirdiler ve yaptığımız çalışmalardan kendi üniversite yönetimlerinin bilgilendirilmesinin yararlı
olacağını ifade ettiler. Bu şekilde hem niçin yılda iki defa bir yerlerde toplandıklarını açıklamasını
yapmış olacaklar, hem de yakında yürürlüğe girecek olan akreditasyon gerçeği karşısında üst yönetimlerinden
"Bu da nereden çıktı?" türünden bir yaklaşımla karşı karşıya kalmayacaklardı. Adana toplantısı öncesi ben
ve MDK Yürütme Kurulu'ndan iki arkadaşım, Sayın Kaylan ve Sayın Serbest'le birlikte YÖK Başkanı Sayın Kemal
Gürüz'ü ziyaret etmiştik ve Sayın Gürüz bu ziyaretimizde bize kelimesi kelimesine "Ulusal akreditasyonu
gerçekleştirirseniz Türkiye'ye en büyük katkıyı yaparsınız," demişti. Bir yandan Sayın Gürüz'den aldığımız
bu destek ve gördüğümüz yeşil ışık, bir yandan da MDK üyelerinin tahminlerin ötesindeki hararet dolu yaklaşımı
üst üste geldiğinde ben de Dekan arkadaşların önerisini makul karşıladım ve bu süreçte kendi adıma en büyük hatayı
yaparak, Sayın Güçlü'yü davet edip konuyu medyaya taşımam yetmiyormuş gibi bir de ODTÜ Mühendislik Fakültesi
Dekanı ve MDK Genel Sekreteri olarak tüm üniversite rektörlerine bir yazı yazarak yürüttüğümüz çalışmalar
hakkında bilgi verdim ve sonrası için desteklerini beklediğimizi ifade ettim.
Belirttiğim gibi gelişmeler çok umut vericiydi. Sıra MAK üyelerinin tespitine gelmişti. ODTÜ'nün ilk ABET
akreditasyon sürecini yürütmüş olan Sayın Bülent Platin, MAK üyesi ve hatta ilk başkanı olmak için en uygun
isimlerden biriydi. Kendisi yaptığım öneriyi büyük bir zevkle kabul etti ve nitekim ileride MÜDEK'in oluşumunda
ve gelişiminde çok büyük bir rol oynadı. ODTÜ'de akreditasyon ve değerlendirme süreçlerinde yer alan bir-iki
arkadaşa da benzer teklifleri ilettim. Kimi işlerinin yoğunluğundan, kimisi de ulusal bir değerlendirme
sisteminin çalışacağına inanmadığından bu öneriyi kabul etmediler. MAK'ın içerisinde yalnızca akademik dünyadan
insanlar olmayacaktı. Dengelerin sağlanması için özel sektör ve sanayi temsilcilerine de gereksinim vardı.
Çalışma esaslarına göre MAK (daha sonra da MÜDEK) toplam sekiz üyeden oluşacaktı. Üyelerden dördü öğretim üyesi,
ikisi sanayi temsilcisi, biri TMMOB, diğeri de KalDer temsilcisi olacaktı. MÜDEK'de yer almak gönüllülük ilkesine
göre olacak ve MDK üyeleri hiçbir şekilde MÜDEK üyesi olamayacaklardı. Görev süresi iki yılla sınırlıydı ama
ardışık olarak en fazla üç dönem üyelik yapılabilecekti. Üyeler aralarından bir başkan, sonraki dönem başkan
olacak bir yardımcı seçecekler ve ikinci dönemden itibaren de eski başkan üye olarak çalışmaya devam edecekti.
Fakat 2002 yılı ilkbaharı bir yandan da ilginç gelişmelere sahne olmaya başladı. Yaptığımız komisyon
çalışmalarından birinde üyelerden tam olarak hatırlayamadığım bir arkadaş bizim faaliyetlerimizin kimi
rektörler tarafından Üniversitelerarası Kurul gündemine taşındığını, dekanlar olarak aslında Üniversitelerarası
Kurul'un görev alanına giren bir konuda kendi başımıza işler çevirdiğimizin belirtildiğini, YÖK Başkanının bu
konuya dur demesinin gerektiği ve Üniversitelerarası Kurul'un kendisinin bir özdeğerlendirme sistemi geliştirmesini
ifade ettiklerini duydum. Hatta konunun "kim oluyor bunlar?" noktasına kadar geldiğini ve bundan böyle rektörlerin,
dekanların MDK toplantılarına katılmasına izin vermemelerinin daha doğru olacağının altının çizildiğini öğrendim.
Nitekim KTÜ Rektörünün izin vermemesi sonucu Yürütme Kurulu üyemiz Sayın Ahmet Kaya bir sonraki MDK toplantısına
katılamadı. Kısa bir süre sonra üniversitelere Üniversitelerarası Kurul Başkanlığından bir yazı geldi. Yazıda bir
özdeğerlendirme sisteminin kurulduğu ve üniversitelerin bu konuda neler yapmalarının beklendiği yazıyordu.
O dönemde çalışma arkadaşlarıma tepeden inme bir değerlendirme ve akreditasyon sürecinin hiçbir zaman
çalışmayacağını, bizim aşağıdan yukarıya uygulamaya çalıştığımız yöntemin çok daha sağlıklı olduğunu
ve zaman içerisinde neyin yürüyüp, neyin yürümeyeceğini hep birlikte göreceğimizi ifade ettiğimi gayet
iyi anımsıyorum. Nitekim aradan iki yıl geçip de benim MDK sekreterliğinden, ODTÜ Mühendislik Fakültesi
Dekanlığından ve MÜDEK çalışmalarından ayrılmam ve dışında kalmamdan sonra MÜDEK'in YÖK'ün resmi İnternet
sitesine kadar girmesi o günkü öngörümün ne derece yerinde olduğunun bir göstergesidir sanırım.
Bu gelişmeler karşısında iki, hatta üç yol izleyebilirdik. Birincisi ürküp geri adım atmak ve çalışmalara
son vermekti. İkincisi hiçbir şey olmamış gibi meydan okuyarak yola devam etmekti. Üçüncüsü ve en akılcı olanı
ise hafif geri adım atarak sessiz ve derinden çalışmaları sürdürmekti. Bu çerçevede ilk aklımıza gelen oluşacak
yapının adını Mühendislik Akreditasyon Kurulu'ndan Mühendislik Değerlendirme Kurulu'na dönüştürmek oldu. Buna
ek olarak biraz hız kesmeye karar verdik. Baştan beri benim kişisel düşüncem eğer biz başarılı olabilirsek bu
gelişmenin önünde kimsenin duramayacağı şeklindeydi. Onun için de her şeyi olması gerektiği biçimde, en doğru
haliyle götürmeli ve ciddi bir sistemi hayata geçirdiğimize herkesi ikna edebilmeliydik. Bu düşüncelerle
katıldığım Yakın Doğu toplantısında MDK üyelerine YÖK ve Üniversitelerarası Kurul'da yaşanan gelişmeleri
ilettim ve kendi fikirlerimi aktardım. Geri çekilelim diyen kimse çıkmadı. O dönem dekanlık görevi yapmakta
olan arkadaşlar "Şu anda MDK ve MÜDEK önündeki tek engel benim; ben olmasam bu tepkilerin hiçbiri olmayacaktı,"
dediğimi gayet iyi hatırlayacaklardır. Ama onlar bana ve yapmak istediklerimize arka çıkmak için kendi
rektörlerine konuyu ayrıntılı bir şekilde açıklayacakları ve kalkıştığımız işin amacını anlatmaya gayret
edecekleri sözü verdiler. Herkes bir çocuğun doğmakta olduğunun bilincindeydi ve yola devam etmekte kararlıydı.
Önerdiğimiz isim değişikliği kabul gördü ve ilk MÜDEK üyelerinin Sayın Bülent Platin, Sayın Ayşe Erdem-Şenatalar
(İTÜ Kimya Mühendisliği), Sayın Erbil Payzın (Payzın Müşavirlik Şirketi), Sayın Oğuz Gündoğdu (TMMOB temsilcisi
ve İÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü), Sayın Nükhet Yetiş (TÜBİTAK), Sayın Hamit Serbest (o sırada dekanlık görevinden
istifa etmiş bulunuyordu), Sayın Refik Üreyen (Arçelik AR-GE Müdürü) ve Sayın Aydın Kosova (KalDer Genel Sekreteri)
olmaları benimsendi. Aynı zamanda 2003 yılında ilk kez gönüllü olarak değerlendirme sürecine katılacak üniversitelerin
başvuru son süresinin de Ocak 2003 olmasını kararlaştırıldı.
2002 yılı Aralık ayında Selçuk Üniversitesi'nde ve 2003 yılı Mayısında Akdeniz Üniversitesi'nde gerçekleştirdiğimiz
MDK toplantıları akreditasyon konularında MÜDEK Başkanı olarak seçilmiş bulunan Sayın Platin'in, yaptıkları
çalışmalar hakkında bilgi vermesi ve Konsey gündemini oluşturan diğer konuların tartışılmasıyla geçti.
Ara dönemlerde MÜDEK değerlendiricileri için bir çalıştay düzenlendi. Ben aldığım davet üzerine birkaç
üniversiteye giderek MÜDEK ve ulusal akreditasyon sistemi hakkında bilgi verdim, soruları yanıtladım.
Nihayet 2003 yılı sonbaharı geldi ve Dekanlık görevimden ayrılmamdan yaklaşık bir, bir buçuk ay sonra
gerçekleşen Başkent Üniversitesi toplantısında MDK Genel Sekreterliği görevimi Sayın Ali Rıza Kaylan'a
devrettim. Aynı ay MÜDEK'in ilk akreditasyon denemesine sahne oldu. İlk gönüllü üniversiteler, Gazi ve
Ankara Üniversitelerinin kimi mühendislik programları değerlendirme sisteminden geçtiler. Bu süreçte her
iki üniversitenin rektörleri de büyük bir destek sağladılar. Ben yedek üye olarak Gazi Üniversitesi
değerlendirmesinde yer aldım ve süreci kendi gözlerimle izledim. Başta Sayın Platin olmak üzere MÜDEK
üyelerinin çalışmaları, üniversitelerin rektöründen öğrencisine kadar gösterdikleri
ciddi ve yapıcı yaklaşım her türlü övgünün üzerindeydi.
Ya sonrası?... Yukarıda da belirttiğim gibi Dekanlıktan ve tabii ki MDK'dan ayrıldım. Benden sonra
MDK Sekreterliğini üstlenen Sayın Kaylan bu görevi büyük bir başarı ve özveriyle yürüttü. MDK toplantıları
aynı şekilde yılda iki defa ülkenin farklı kentlerinde yapılmaya devam ediyor. Ara sıra bu toplantılara
ben de davet ediliyorum ve gördüğüm yaklaşım beni fazlasıyla mutlu ediyor.
Fakat işin ilginç yanı bu süreçte MÜDEK'ten de ayrıldım. Benden sonra MÜDEK, gelişimini aynı çizgide,
başarıyla ama bu defa zirvelerden de destek alarak sürdürmeye başladı. Yukarıda da belirttiğim gibi önce
YÖK'ün, daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nın resmi İnternet sitelerine ve yazışmalarına girdi. Avrupa Birliği
akreditasyon çalışmalarında Türkiye'yi temsil edecek kurum olarak YÖK tarafından MÜDEK gösterildi. Web
taraması çok çeşitli kurumların İnternet sayfalarında toplam 115 adet MÜDEK maddesiyle sonuçlandı.
Üniversitelerarası Kurulda MÜDEK çalışmaları hakkında övgü dolu sunumlar yapıldı ve gerek YÖK, gerekse de
Üniversitelerarası Kurul, üniversiteleri MÜDEK değerlendirmesine katılmaya teşvik etti. Hatta diğer disiplinlere
MÜDEK'in örnek gösterilmesine karar verildi. Sayın Platin, Tıp Fakülteleri Dekanlarının toplantısına davet edildi
ve MÜDEK hakkında bilgiler aktardı. Zaman geçmeye ve MÜDEK uygulamaları hız kazanarak yürümeye başladı. Adını
bile kendimin koyduğu çocuktan giderek daha az haber almaya başladım. Ama onu en baştan öyle ellere teslim etmiştim
ki sağlıklı bir şekilde büyüdüğünden en ufak bir kuşkum yok.
Yaşamda bir şeyler başlatmış ve başarmış olmanın hazzıyla yetinmeyi bilmek gerek sanırım...
Mayıs 2006, ODTÜ, Ankara